İlk Çocukluktan Ergenliğe

İlk Çocukluktan Ergenliğe

Ergenliğe geçiş gençler için olduğu kadar ebeveynler için de zorlayıcı bir süreç olabilir. Her geçiş dönemi gibi içinde yoğun kaygı, endişe, panik duygusu barındıran bu evre, hem gencin tarafında hem de anne babanın tarafında bir değişim ve dönüşüm sürecini gerektirir. Gençler, ayrışma, bağımsızlaşma ve bireyselleşmeleri için gerekli olan kaslarını kuvvetlendirmeye çalışırken, anne babalar da bu değişime ayak uydurma zorunluluğuyla karşı karşıya kalırlar. İki taraf için de zorlu bir süreçtir bu: ayrılık ve kayıp korkusunun tetiklendiği bu dönemde, anne babanın geçmiş hikayesindeki kayıp ve ayrılık temaları da tekrar gündeme gelir. Bu dönemde çocukları olan birçok anne baba ergenlikle birlikte o zamana kadar tanıdıkları çocuklarını tanıyamaz olduklarını söylerler. Ergenlerle çalışan psikanalist Margot Waddell, “Ergenlik Üzerine” kitabında, puberte ile birlikte büyük bir sarsıntı yaşayan çocuğun kaygılarını, endişelerini kapsayan bir dış çevreye ne denli ihtiyaç duyduğundan bahseder. Anna Dartington ise bu dönem için şöyle der: “Çoğu çocuk puberte dönemine, asgari de olsa, bir düzeyde, bir içsel dengeye sahip olarak girer; ancak bu içsel denge, çocuğun iç ve dış dünyasının görece sabit olmasına bağlıdır…”

Uzun ve sancılı olan bir dönem olan ergenliğin nasıl geçirileceği o anki çevresel koşullar kadar (ve hatta daha çok) geçmiş deneyimlerle de ilintilidir. İlk çocukluğun görece stabil ve korunaklı alanından henüz yeni çıkmış ve yeni, bilinmez (ve potansiyel olarak tehlikeli ) bir alana girmiş olan gençler bu süreci çok farklı şekillerde deneyimleyebilirler. Mesela, bazı ergenler, arladaşlarıyla yaşadığı sorunlar karşısında çaresiz kalıp, depresif bir hale bürünürken, diğerleri bunu yoğun bir öfkeyle gösterir. Aynı olumsuz deneyimi yaşayan iki çocuğun süreci duygusal olarak yorumlayışı ve baş edişi çok farklı olabilir. Peki, ergenlik döneminin nispeten rahat geçmesine neden olan koruyucu faktörlerden söz etmek mümkün müdür? Yapısal yani doğuştan getirilen özellikler (mizaç), erken dönem çevresel faktörler ve “duygusal dayanaklılık” kadar, ergenlik sürecinde anne baba tutumları ve koşulların da burada önemli bir etkisini olduğunu biliyoruz.

Erken dönem ilişkiler ve özellikle anne baba ilişkisi üzerinde duran, Winnicott ve Bowlby gibi çocuk psikanalistleri, kişiliğin temellerinin aslında ergenlikten çok önce, ilk sevgi nesnelerimizle olan ilişki ve etkileşimimiz içinde atıldığını söyler. Winnicott’a göre, annenin (ya da bakım veren kişinin) bebeğinin duygusal ihtiyaçlarını karşısındaki uyumu, duygusal gelişiminde son derece önemli bir rol teşkil eder. Anne sunduğu “kucaklayıcı ortam” sayesinde, bebeğinin ihtiyaçlarına uygun olan karşılığı verir. Anne, hem yüz ifadesi hem de sesiyle bebeğini “aynalarken” aynı zamanda onun zaman ve mekan içinde bütünleşmemiş olan dağınık duygularını da kapsamış ve yatıştırmış olur. Mesela, anne, ağlayan bebeğinin yanına gider “Canım benim, ne kadar da acıkmış galiba, anneyi bekliyor, gelsin onu doyursun” diyerek, bebeğin içsel durumuna bir anlam verir; işte çocuğun zamanla kendi duygularını yatıştırmasına ve regüle etmesine imkan veren de bu ilk deneyimlerinin ne ölçüde doyurucu olduğudur.

 

İlk ilişkilerin ve özellikle de anne bebek arasındaki ilişkinin öneminden bahseden, Bowlby’ e göre “bağlanma”, çocuk ile bakım veren kişi arasındaki etkileşimler sayesinde gelişen, çocuğun kendisine bakım veren kişiye yakın olma isteğiyle kendisini gösteren duygusal bir bağdır. Bowlby, beyin gelişimimiz dahil tüm gelişimimizin, bu ilk ilişkinin ne ölçüde güven üzerine tesis edildiğine bağlı olduğunu söyler. Bowlby’e göre, ilk bağlanma figürleriyle (özellikle de anneyle) ilişkisinde ihtiyaçlarının karşılandığını, değer verildiğini tecrübe eden bir çocuk, bu güveni içselleştirebilecek ve böylece bunu sonraki ilişkilerine de aktarabilecektir. Bowlby’e göre, ilk yaşantılarda edinilen tecrübeler, çocuğun gelecekte kuracağı ilişkilerde, beklentilerinde, kendisini algılayış biçiminde önemli rol oynar. Oysa, geçmiş ilişkileri güvensizlikler, tutarsızlıklar üzerine kurulu, yeterince “aynalanmamış” bir çocuk, bu güvensizliği gelecekteki ilişkilerine de taşıyacaktır.

Bunları Biliyor musunuz?

• Araştırmalar, okul ortamında duygularını regüle etmekte zorlanan ve davranış bozukluğu olan gençlerin çoğunlukla geçmişlerinde güvensiz bağlanma deneyimleri yaşayan çocuklar olduğunu göstermektedir.

• Çalışmalar, postür (duruşun) duygu regülasyonu üzerinde önemli bir etkisini olduğunu ortaya koymaktadır: rahat ya da tedirgin ve endişeli bir duruşun korkunun deneyimlenmesinde önemli bir rolü vardır.

• Çalışmalar, ergenliğin başlangıcında gençlerin kendilerine “dışarıdan bakabilme” ve çevrelerindeki kişilere “daha içeriden” (empatik) bir biçimde bakabilme kapasitesinin henüz yeterince gelişmemiş olduğunu söyler. Ancak ergenliğin sonlarına doğru diğerlerinin bakış açılarından bakabilmeyi ve diğerinin duygusunu daha içerden anlayabilmeyi öğrenirler.

Klinik Psikolog Zeynep Koçak



× WhatsApp İletişim