Ergen Ana-Babası Olmak

Ergen Ana-Babası Olmak

“Tüm zamanını ya odasında ya ayna karşısında ya telefonda ya da bilgisayar karşısında geçiriyor.”
“Onunla iletişim kuramıyorum, küçük şeyler konusunda tartışma yaratıyor”.
“Eskiden ne kadar tatlı ve canayakın iken şimdi o kadar öfkeli ve uzak”.

Ergen ana-babası olmak, kimi zaman heyecanlı, çoşkulu ve gururlandırıcı bir deneyim olurken, kimi zaman da ( ve aslında daha çok) kamaşık bir durum olabilir. Çocuklarının yaşadıkları travmatik değişimler karşısında hayrete düşen anne babalar, bu hızlı ve ani değişime alışmaya ve ayak uydurmaya çalışırken, çoğu zaman kendilerinin de benzer bir değişim ve dönüşüm sürecinden geçtiklerini farketmezler.

Yeni paylaşım alanları kadar, yeni ve farklı davranış biçimlerini (negativite, içe kapanma, uzaklaşma, vs.) ve duygu hallerini beraberinde getiren ergenlik, ergenin kendisi kadar, ailesi için de, kimi zaman dönüştürücü kimi zaman da oldukça karmaşık ve içinden çıkılmaz bir kriz dönemi yaratabiliyor. Gençler, fiziksel, duygusal ve zihinsel olgunluklarına göre, ergenliklerini kendine has bir biçimde yaşasa da, bu döneme damgasını vuran bazı temel meselelerden söz etmek mümkün: ergnin anne babasından (ama özellikle annesinden) ayrışması, bağımsızlaşması, kendine başına daha çok karar alabilmeye ve seçimler yapmaya başlaması, yani kendini keşfetmesi.

Ergenlik bildik ve dolayısıyla güvenli olanın geride kaldığı, bedenin hızla değiştiği, belirsizliğin arttığı, sınırların, kuralların sorgulandığı ve aile ilişkilerinin yeniden tertip edildiği bir dönemdir. Varılan nihai bir noktadan çok uzun bir geçiş dönemi (günümüzde daha da uzun) ve bazıları içinde bir varoluş hali olabilir. Çocukluğun bitişini simgeleyen Puberte (erinlik) dönemine girilmesiyle, ergenler, başka hiç bir dönemde olmadığı kadar hızlı bir fiziksel değişimin (anne karnındaki dışında) içine girerler. Yaşadığı beklenmedik ve ani değişimler karşısında,kendisini birden “daha üzgün”, “daha sinirli”, “daha öfkeli” “daha tahammülsüz” ya da “daha yalnız” hissetmeye başlayan ergen, bu “yabancı” duygularla kendi içinde mücadele etmeye çalışır. Ancak bu duygular bazen öyle güçlü ve “ayarsız” olabilir ki, onlarla baş etmenin tek yolu, onları dışarı (çoğu zaman da anne babaya) yansıtmaktır. Nitekim, bu dönemde ergen ana-babalarının da sık sık “güç ve baş edilmesi zor” duygular yaşadığına tanık oluruz. Bu dönemde, geçmiş özlemler, geçmiş korkular ve geçmiş endişelerin de su yüzüne çıktığını görürüz. Kendi içinde büyümeye direnen, çocuksu taraflarıyla karşı karşıya kalan ana-babaların bu duygularla nasıl baş ettiği, ergenin kendi süreci üzerinde de belirleyicidir.

Ergenlik yeni ve farklı ilişkilerin kurulduğu, eski ilişkilerin ise geri plana itildiği bir dönemdir. Puberteye girildiğinde asgari de olsa içsel bir denge kazanmış ergenin bu süreci nasıl geçireceği, kendi iç kaynakları kadar, dışsal yapının o sırada ne kadar sağlam ve tutarlı olduğuna da bağlıdır. Önceki dönemlerde anne baba ile sevgiye, güvene ve anlayışa dayalı bir bağ çeşitli nedenlere bağlı olarak kurulamadıysa, bu dönem hem ergenin kendisi hem de ailesiyle kurduğu ilişki açısından çok problemli olabilir.

Henüz çocukluktan yeni çıkmış ama yetişkin olmaktan da çok uzak olan ergenin ailenin kapsayıcı işlevine hala çok ihtiyacı vardır. Ama bir ergen için “ihtiyaç” tehlikeli ve sevimsiz bir sözcüktür; ihtiyaç, çaresizliği, eksikliği, olmamışlığı hatırlattığı ölçüde “tehlikedir”: çocukluğa geri dönme, yani çocuklaşma tehlikesi. Bu noktada anne babalara tutturulması güç bir dengeyi sağlama görevi düşüyor; zor bir denge: fazla müdahaleci, fazla meraklı ve fazla sorgulayıcı olmadan onlara bu süreçte eşlik edebilmek. Hem desteklemek hem de uzaklaşmak istediklerinde bunu tolere edebilmek. Hem “özel alan” ihtiyaçlarına ve büyüklerle eşit haklara sahip olma isteklerine saygı göstermek hem de çocukluğun konforundan vazgeçmek istemediklerinde buna göz yumabilmek.

Peki bir ergen anne babasından ne bekler? Bir ergenle nasıl diyalog kuracağız? Onun artık bir “özel alana” ihtiyacı olduğunu farkederek; hemen her şeyi artık ilk bizimle paylaşmayacağını, yani artık “ayrı bir hayatı olduğunu” kabul ederek; yeri geldiğinde ikinci plana atılmaya göz yumarak, ya da bundan sıkıntı duysak bile bunu kendi içimizde taşıyarak. Gerektiğinde sınırlayıcı, gerektiğinde ise uzlaşmacı olarak. Kendi değerlerimizi, yargılarımızı ve fikirlerimizi aktarmadan vazgeçmeden, bunları benimseyip benimsememe kararını onlara bırakarak: zor bir denge.



× WhatsApp İletişim