Çocukluk Döneminde Depresyon

Çocukluk Döneminde Depresyon

Yetişkinler gibi çocukların da hayatı stresli yaşam olayları ile doludur. Bu nedenle onların da iyi veya kötü hissettiği günler olur. Peki yaşadığı stresli yaşam olaylarına normal bir tepki veren çocuk ile klinik depresyon yaşayan bir çocuk nasıl ayırt edilebilir?

Depresyon çocuğun yalnızca duygusunu değil tüm yaşamını etkileyen bir zorluktur. Depresyonla birlikte çocuk daha tahammülsüz, ağlamaklı ve kötümser bir duygulanım sergilerken gündelik yaşamda katıldığı etkinliklere ilgisi azalır veya eskisi gibi keyif almaz. Bunun yanı sıra çocuğun yemek ve uyku alışkanlıklarında değişiklikler ortaya çıkabilir. Örneğin, çocuğun yaşına uygun kilo alımı gerçekleşmeyebilir.

Suçluluk ve değersizlik duygularının yanı sıra çocuğun özgüveninde belirgin bir düşüş gözlenebilir. Bu süreçte tekrarlayan intihar ve ölüm düşünceleri ortaya çıkabilir. Depresyon konsantrasyon ve düşünme süreçlerini de etkilediğinden çocuğun okul performansında da belirgin bir düşüş meydana gelebilir. Çocuk değişken ruh hali ve öfke patlamaları nedeni ile aile içi ilişkileri yıpranırken okulda da giderek içe dönük veya agresif bir tutum sergilemesi sonucu arkadaş ilişkilerinde ciddi problemler yaşayabilir.

Çocukluk depresyonu bu belirtilerinin sıklığı, süresi, şiddeti ve çocuğun gündelik yaşamı üzerindeki etkileri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Depresyon, okul öncesi dönemde %1, okul çağında %2-3, ergenlik çağında ise %6-9 sıklıkla görülmektedir. Depresyonun farklı yaş gruplarındaki çocuklarda farklı seyredebileceği de unutulmamalıdır. Bebeklerde iştahsızlık, uyku bozukluğu, içedönüklük olarak gözlenirken okulöncesi dönemde ağlama ve öfke nöbetleri, korkular, fobiler, sosyal geri çekilme, oyunlara karşı isteksizlik veya kaka tutma gibi fiziksel şikayetler olarak görülebilir. Okul çağında ise dikkat eksikliği, aşırı hareketlilik, hırçınlık, çevreye zarar verme, intihar söylemleri, korkular veya çeşitli fiziksel semptomlar olarak ortaya çıkabilir.

Çocukluk depresyonu çeşitli nedenlere bağlı olarak ortaya çıkabilir. Genetik yatkınlık ve biyolojik faktörler kadar stresli yaşam olayları, çocuğun duygusal ihtiyaçlarının aile tarafından anlaşılmaması ve/veya karşılanmaması, çocuğun kendini ve çevresini algılayış biçimi gibi sosyal duygusal faktörler de depresyona yol açabilmektedir.

Araştırmalar, çocukluk döneminde depresyon geçiren çocukların ileriki yıllarda depresyon geçirme olasılığının yüksek olduğuna işaret etmektedir. Bu nedenle aileler çocuklarını yakından takip etmeli, sözel ve davranışsal belirtiler doğrultusunda gerekirse uzman yardımına başvurmalıdır. Çocuğun kendi zarar vereceği yönünde açıklamaları varsa aile bunu mutlaka dikkate almalı ve gecikmeden yardım almalıdır.

Terapi ile çocuğun olumlu bir benlik algısı geliştirmesi, olumsuz duygularıyla baş edebilmesi, aile ve arkadaş ilişkilerindeki problemlerin giderilmesi amaçlanmaktadır. Ancak çocuğun işlevselliğinin önemli ölçüde etkilendiği durumlarda terapinin yanı sıra ilaç desteği de gerekebilmektedir. Böyle bir durumda depresyonun şiddeti ve etkileri bir psikiyatrist tarafından değerlendirilerek gerekli müdahale yapılmaktadır. 1960-1970’li yıllara kadar çocukların depresyon geçirme olasılığına şüphe ile bakılmaktaydı.

Araştırmacılar çocukluk depresyonunu teorik olarak açıklayamazken klinik alanda pek çok vakaya rastlanması çocukluk depresyonun varlığına ilişkin yeni bir anlayış geliştirmeyi gerekli kılmıştır. Spitz (1945), annelerinden ayrılarak bakım evine verilen bir grup çocuğun patolojik bir biçimde içe dönük ve ağlamaklı bir tutum içine girdiğini gözlemlemiştir. Bunun yanı sıra çocuklarda kilo kaybı, bağışıklıklarında azalma ve gelişimlerinde aksaklıklar ortaya çıkmıştır. Bu çalışma, çocuğun yaşamının ilk dönemlerinde tutarlı bir annelik bakımının kaybının hayat boyu sürebilecek sonuçlara neden olabilecek bir depresyona yol açabileceğini göstermektedir.



× WhatsApp İletişim