Çılgınca Aşık Olmak

Çılgınca Aşık Olmak

Eski Yunan’da aşk, “tanrılardan gelen delilik” olarak tanımlanırdı. Homer’in İlyada’sında aşktan “en akıllı adamı bile delirten büyü” diye söz edilmişti. Plato ise aşkın tamamen “kutsal bir delilik” olduğunu belirtiyordu. Günümüzdeki deyimlerde de birine çok aşık olduğumuzu anlatırken “onun için deli oluyorum” ya da “aklımı başımdan aldı” deriz. Bunların hepsinde de bir tür deliliğin içinde olduğumuzu anlatmış oluruz.

Takıntılı bir biçimde sürekli onun hakkında düşünme ve sürekli olarak bu “özel insanın” ne yaptığını takip etme, genellikle durum üzerinde bir tür kontrol sağlama gayretidir. Fakat ironik olarak bu gayret, genellikle hedeflediğinin tam tersini getirir. Elimizden telefonu düşüremediğimizde, sürekli olarak mesajlarımızı kontrol etmeden duramadığımızda, başka bir şeye odaklanmakta güçlük yaşadığımızda, aslında tam da kontrolden çıkmış bir durumda kalmış oluruz. Elbette, yeni bir ilişkiye giren herkesin böylesine bir “çılgınlığın” uçlarında gezeceği genellemesi doğru değildir. Ancak çok beğendiğimiz ve oldukça etkilendiğimiz birisiyle karşılaştığımızda her zaman olduğundan farklı davrandığımız ve farklı düşündüğümüz şaşmaz bir gerçektir.

Böyle olduğunda da genellikle durumu ya da kişiyi gerçekçi bir biçimde değerlendiremeyiz. Karşımızdaki kişinin bütün arzularımızın ve beklentilerimizin kaynağı olduğunu varsayarız. O, yaşamla ilgili her türlü sorunu yok edecek, bizi sonsuz mutluluğa ulaştıracak kişidir. Böylesine yoğun bir biçimde bütün fantezilerimizi bir nesneye yansıttığımızda ve onu kendi hayallerimizin somut nesnesi olarak hissettiğimizde hayatımızın en coşkulu zamanlarını yaşayabiliriz. Bu durumda aşk, illüzyonun parıltısını taşır ve gerçeğe hiçbir kılavuzluk sunmaz. Bazen, bir ilişki sonuna dek bu illüzyona dayalı olarak devam eder, partnerlerin her ikisi de diğerinin gerçekte nasıl biri olduğunu fark etmeden, çocuksu bir “bütün olma” yanılgısı içinde kalır.

Aşıklar, birbirlerinde olduğunu varsaydıkları özelliklerin aslında kendi arzularını ve beklentilerini temsil ettiğini fark eder ve bunları geri çekip kendileri sahiplenebilirse, aşık oldukları kişinin gerçekten neye benzediğini görebilirler. Tabii projeksiyonlarını geri çektiklerinde o idealize edilmiş kişi yerinde kendince zaafları ve zayıfları da bulunan, partnerinin her türlü ihtiyacını, arzu ve beklentisini kusursuz olarak karşılayamayacak olan, gerçek insanla karşılaşırlar. Hala bu kişiyle birlikte olmak keyif verebilir. İşte bu keşif, artık aşıkların yalnızca göz göze bakıştıkları değil, birlikte dış dünyaya baktıkları bir paylaşıma götürür. O zaman aşk, güvenli bir alan sunar, zorlanan ve yalnızlık çeken insan zihnini rahatlatır, ölüm korkusunu yatıştırır, aydınlık bir yaşam amacı verir. Yalnızlık, korku ve kaygı yaşamın kaçınılmazlarıysa bile, aşk, bunları katlanılabilir kılar, hatta bir süreliğine unutturur.

Bunları biliyor muydunuz?

  • Britanya Psikoloji Kurumu’nun yaptığı bir araştırma sonuçlarına göre aşık olan bir insanın beyni ile ruhsal hastalığı olan bir insan beyni belirgin bir biçimde benzer özellikler göstermektedir.
  • İnsanlar aşık olduklarında Obsesif Kompülsif Bozukluğu olan hastalarda görülenlere benzer şekilde, sürekli ve tekrarlayan bazı ritüeller edinmektedir.
  • Imperial College tarafından gerçekleştirilen bir araştırmada da aşık olmanın getirdiği ruhsal dalgalanmaların, stres kaynaklı hastalıklarda görüldüğü türden kalıcı fiziksel hasarlara yol açtığı bulunmuştur.
  • Aşık olduğumuzda devreye giren feniletilemin adlı bir kimyasal, beyin ve merkezi sinir sistemi üzerinde amfetamin gibi etki yapar ve bizi oldukça enerjik bir hale getirir. Bu maddelerin diğer bir özelliği de iştahı bastırmasıdır.
  • Heyecan ve ölüm korkusu yaşadığımızda aşık olma ihtimalimiz artıyor. İnsanların felaket zamanlarında karşılaşan insanların karşılaştıklarında birbirine aşık olma ihtimalinin mum ışıklı bir gecede karşılaşanlardan daha fazla olduğu söyleniyor.


× WhatsApp İletişim