17 Haz 2016 Yetişkin Olmak Olamamak: Çocuk/Ergen Yetişkinler
Anne babanın çocuklarına verebilecekleri en önemli iki şey kökler ve kanatlardır.
Kökler için: koşulsuz ilgi, sevgi ve bakım vermek, zaman ayırmak, orada, onun için hazır olmak…
Kanatlar için: Bağımsızlığını, anne babadan uzaklaşabilmesini desteklemek, kendi ayakları üzerinde durmasına yardım etmek…
Yetişkinlik dönemine gelmiş olduğu halde, ergenlik hatta çocukluk dönemine ilişkin davranış kalıplarını devam ettiren bireylerin sayısı hiç de az değildir. Burada kastedilen çocuksu coşku,yaratıcılık, hayal gücü, merak gibi aslında yetişkinlikte de sürmesini dilediğimiz özellikler değil elbette. Pek çok yaşam rehberi kitabında bahsedilen “içimizdeki çocuğu saklı tutalım” şeklindeki mottolar da bu hayat enerjisine işaret eder. Bu içsel enerji sayesinde hayattan keyif alma, oyuncu ve yaratıcı bir coşku ve merakla çalışma, yaratma, üretme, eğlenme yetilerini de devreye sokabilir insan. Ancak, ileri yaşlara gelip de hala çocukluk ya da ergenliğe ait davranış ve duygu durumunda takılı kalmak bir yetişkin için hiç de mutluluk vadeden bir durum olmamakta hatta pek çok olumsuzluğun altında yatan bir “sorun” olarak yaşanabilmektedir.
Hayatının sorumluluğunu alabilen, kendi geleceği üzerinde konrol sahibi olabilen, ailesinden bağımsız olarak kararlar alabilen ve en önemlisi kendine bakabilen birey olabilmek bazen son derece zor ve sancılı bir süreci gerektirir. Bazen de hiç bu mücadeleye girmeyen ve yetişkin yaşamında da bağımlı bir hayatı, bir şekilde devam ettiren “çocuk/ergen yetişkinler”in hiç de az olmadığına sıklıkla tanıklık ederiz.
Bakıldığı zaman bu konuda zorluk yaşayan bireylerin, sağlıklı bir bağ kurma ve ayrılma konusunda sıkıntılar yaşadıkları görülmektedir. Ailelerinden ayrışabilmek, kendi hayatlarını, evlerini kurmak son derece güç olmaktadır. Belki belli bir yaşa geldikleri halde anne babanın, nerdeyse bağımsızlıklarını felç eden aşırı bakım verme davranışı içinde yani bağımlı bir sevgi dünyasında kalmışlardır.
”Annem ben daha talep etmeden her şeyimi hazır ederdi…”
“Babam yaşadığım zorluklarda her zaman benim yerime sorun çözerdi…”
“Hiçbir işi yapmam beklenmezdi, birileri yapardı…”
gibi söylemler bu bireylerin ailelerine dair anılarında yer alır. Bazen fiziksel olarak ayrılan ama attıkları her adımda anne babalarına (ya da onları temsil eden bir otoriteye) danışan, onay arayan, günlük hayata, bakıma dair işini kendi başına yapamayan yetişkinin de bağımsızlaşmış olduğu söylenebilir mi? Fiziki koşullar bakımından ayrışma var gibi görünmektedir sadece. Evini ayırmış hatta evlenmiş bile olabilir. Ama burada da duygusal hala bağımsızlıktan söz etmek güçtür. O hala anne babasının küçük oğlu/ kızı olarak hayatını sürdürür. Bazen ekonomik olarak bazen gündelik hayatın pratiklerinde yoğun bir bakım veya onay ihtiyacı içindedir, hayatının dümeninde bir türlü kendi başına oturmaz, oturamaz. Hep bir kaptan ve kılavuzun onu limana götürmesini bekler.
Büyüyemeyen yetişkin, sadece sevgi ve bakım vermede doz aşımı yapmış anne babalığın ürünü olmayabilir. Her zaman iki uçta örnekler benzer sonuçlara götürebilir bireyleri. İhmalkar, hayal kırıklığı yaratan ebeveyn de benzer sonucu doğurur. Duygusal anlamda ihmal ve istismar, ebeveyne duyulan öfke,suçluluk gibi duygular bağımsızlaşma becerisini durdurabilmektedir. Duygusal açlık ve beklentiler, doyurulma ihtiyacı, kişiyi ileri yaşlarında da ebeveynine bağımlı ve hatta “adanmış” bir davranış biçimine götürebilir. Bazen kötü bir eş ilişkisi nedeniyle annesinin, bazen de babasının tek sırdaşı, yardımcısı şeklinde konumlar kendini. Her ne şekilde olursa olsun, bağımsızlaşamamış bir yetişkin içten içe kendi ebeveynine ikircikli duygular içindedir. Onla da onsuz da olamama hali…Hem sevgi hem öfke…Yoğun patlamalar,kızgınlık nöbetleri, arkasından suçluluk ve ihtiyaçla sarılma hali değişik şekillerde kendini gösterir. Tıpkı büyüme krizlerineki çocuk ve ergenlerin davranışları gibi.
Bu davranış kalıpları, bağımlılık hali, sadece ebeveynle sınırlı kalmayıp, diğer ilişkilere de yansımaktadır.Kendine eşinden, arkadaşından, patronundan yeni ebeveynler yaratmak ve alışkın olduğu hayat biçimini yeni kişilere transfer etmek de bu durumun bir sonucu olarak ortaya çıkabilir.
Çeşitli sorunlarla, rahatsızlıklarla psikoterapiye başvuran kişilerin, sıklıkla sağlıklı bağlanma ve ayrışma sorunlarından muzdarip olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz. Çocuksu bir şekilde bakım almaktan vazgeçmemek, buna duyulan yoğun ihtiyaç, kaybetmekten korkmak ile bir ergenin öfkeli bağımsızlık mücadelesi arasındaki gelgitler kişi için son derece yorucudur. Yetişkin dünyası içinde çocuk ve ergen pozisyonunda kalmış olmak her bakımdan zordur.
Bunu keşfetme ve değiştirme yolunda istekli olan kişi ise er ya da geç gelişimini gerçekleştirecektir. Yaşayan veya yitirdiği ebeveynini bağışlayarak, onlarla ilişkilerini daha sağlıklı bir mesafede tutarak, çevresel kaynaklardan destek alarak, ilişkileri daha yapıcı hale getirmek imkansız değildir. Belki zaman alır, iniş çıkışlar gösterir ama sonuç herkes için daha rahatlatıcı hale gelir. İç içe geçmişlikten kurtulan ilişki, nihayetinde daha fazla saygı ve sevgi duygusu hissetirir taraflara. Bağımsızlığa götüren yol, erken dönemde sağlıklı-yakın-bakım veren ilişkiden, gittikçe otonom kılmaya ve özgürlük alanınını genişletmeye doğru gidişin olduğu bir rota izler.Ve her şey olabildiği kadar yolunda giderse, kişi çocukluktan yetişkinliğe ulaşır. Yolunda gitmez ve aksamalar olsa bile kişi eğer isterse içindeki gücü ve kaynaklarını kullanarak gelişimini ileriki yıllarda tamamlayabilir. Neyse ki gelişim ve büyüme insan yaşadığı müddetçe devam eden bir süreçtir.