Sosyal Kaygı Bozukluğu

Sosyal Kaygı Bozukluğu

Sosyal Kaygı: Görülme Korkusu Mu, Görülme Arzusu Mu?

Ya sunum yaparken sesim titrerse?

Ya basketbol kursunda rezil olursam?

Ya sınıftaki herkes sesli okumamla dalga geçerse?

Sosyal kaygı bozukluğu, bireyin günlük aktiviteler sırasında başkaları tarafından gözlemlenmek, değerlendirilmek, yargılanmak ve reddedilmekle ilgili yaşadığı yoğun ve sürekli kaygıdır. Her birey çeşitli zamanlarda toplumsal kaygı yaşayabilir. Örneğin, sahneye çıkmak, bir topluluk önünde sunum yapmak veya tanımadığı insanların arasında tek başına olacağı ortamlara girmek bir çok insan için kaygı verici olabilir. Ancak sosyal kaygı bozukluğunda yaşanan korku yoğun ve süreklidir. Bu durum kişinin okul hayatı, spor aktiviteleri, grup çalışmaları, doğum günü partileri ve aile buluşmaları gibi günlük aktivitelerin olumsuz etkiler. Sosyal kaygı bozukluğu utangaçlık ve içedönüklükten farklıdır. Sosyal kaygı yaşayan çocuklar, aşağıdaki durumlarda zorlanabilirler:

  • Sınıfta parmak kaldırarak söz almak
  • Arkadaşlık ilişkilerinde girişken olmak
  • Konuşurken göz temasını sürdürmek
  • Topluluk önünde konuşmak
  • Restoranda bir yetişkine sipariş vermek
  • Tanımadığı insanların olduğu ortamlarda tek başına olmak
  • Rahatsız oldukları durumları dile getirmek/’hayır’ demek

Bu yoğun kaygıyla birlikte, bedensel semptomlar da ortaya çıkabilir:

  • Yüz kızarması, terleme, titreme
  • Kalp atışlarının hızlanması
  • Zihnin ‘boş ekran’a dönüşmesi korkusu/donakalma
  • Bedensel olarak katılaşmak ya da fazla yumuşak bir ses tonuyla konuşmak

Kaygı yaşayan çocuklar, bedensel semptomlarının dışarıdan belli olacağından da korkabilir, ve bu semptomları bastırmaya çalışabilirler. Yaşanılan yoğun kaygı, sıklıkla beraberinde kaçınma davranışlarını da getirir. Çocuk, değerlendirme altında hissedeceği toplumsal durumlardan kaçınmaya başlar. Örneğin, arkadaşlarının onunla dalga geçeceğinden korkan bir çocuk, teneffüs zamanında sosyalleşmekten kaçınıp yalnız oturmaya başlayabilir. Ancak kaçınma davranışları çocuğu bir kısır döngüye itebilir. Sosyal durumlardan kaçınan bir çocuğun sosyal becerilerini geliştirme fırsatı azalacaktır. Akranlarıyla vakit geçirmekten kaçtıkça, dışarıda kalmışlık ve sevilmezlik hisleri yoğunlaşabilir. Yakın ilişkilerin içinde yer almadıkça dalga geçilme gibi korkularının aslında bir temelinin olmadığının farkında varması zorlaşacaktır. Bununla birlikte, bedensel semptomları bastırma çabası da bir kısır döngü etkisi yaratabilir. Bedeni bastırma çabası, çoğunlukla bedensel semptomların daha ısrarcı olmalarına da yol açabilir.

Sosyal kaygıya farklı bir bakış

Sosyal kaygı yaşayan çocuğun (adı Ömer olsun) ‘partiye gittiğimde herkese rezil olacağım’ inancına katman katman bakalım. Yüzeydeki bu korkunun bir katman derinine indiğimizde Ömer’in altta yatan bir başka inancının da ‘herkes bana bakıyor/herkes beni düşünüyor’ olduğunu görebiliriz. Ömer’e göre o anda sanki etraftaki kişilerin zihnini tamamen kendisiyle ilgili olumsuz yargılar kaplıyordur: ‘O bana bakıyor, beni görüyor, benim hakkımda kötü düşünüyor… Ona çok kötü rezil oldum, ya bunu herkese anlatırsa?..’ Peki acaba o anda partideki diğer kişilerin beyinlerinin içine ışınlanabilsek gerçekte neler düşündüklerini görürdük? İhtimal o ki, Ömer’in varsaydığı olumsuz yargıları görmezdik. Belki Ömer hakkında olumlu/olumsuz bir kaç düşünce görmekle birlikte, bunun yanında bir yığın başka düşünce de görürdük: ‘Pasta ne zaman gelecek-annemi özledim-o çocuk bana neden vurdu-karnım acıktı-kaç saat daha buradayız-ne zaman tabletimle oynayacağım-onlar benim hakkımda ne düşünüyor?..’ gibi. Ömer’in inancının aksine, çocukların zihnindeki düşüncelerin muhtemelen çok daha kendi ihtiyaçlarıyla ilgili düşünceler olduğunu görebilirdik.

Bir başka deyişle, Ömer’in sosyal kaygısının altında, kendisinin diğer kişilerin zihninde büyük bir yer kapladığına dair inanç yatar. Sanki etraftaki herkes Ömer’e bakmakta, sadece Ömer’i düşünmektedir. Tıpkı erken dönemdeki bir çocuğun anne-babası tarafından izlenmesi gibi. Bir bebek hayatının ilk yıllarında anne ve babanın zihninde müthiş bir yer kaplar; sanki dünya bebeğin etrafında dönmektedir. Bebek aç mı? Bebek doydu mu? Bebek ağlıyor mu? Bebeğin neye ihtiyacı var? Bebeğin ruhsallığı da bu aşamada ben-merkezcidir; sanki gerçekten etraftaki herkes onun ihtiyaçlarını düşünmektedir. Ömer’in yargılanmakla ilgili inancı da, tıpkı bu dönemdeki bir bebeğin zihnine benzediği söylenebilir: annemin ve babamın dünyalarının merkezi benim/partideki herkes bana bakıyor. Sağlıklı bir gelişimsel evre olan bu ruhsal düzenden zaman geçtikçe uzaklaşılır; bebek ve ebeveynler ayrışırlar. Çocuk büyüdükçe, anne ve babanın zihni çocuktan ayrılabilmeye başlar; çocuk da anne babanın kendisinden ayrı bireyler olduklarını, bağımsız zihinleri olduğunu zamanla fark eder. Çocuk bir sonraki gelişimsel aşamaya geçebilmek için, kaybettiği bebekliğinin (ve artık dünyanın merkezi olamamanın) yasını tutmalıdır.

Sosyal kaygıya dönecek olursak… Belki de sosyal kaygının içerisinde çocukluğun tümgüçlü ve ben-merkezci dünyasında kalma arzusu vardır, büyümeye karşı bir direnç vardır. Belki de Ömer’in yaşadığı ‘herkes benim hakkımda konuşacak’ korkusu, bir korku değil fantezidir, arzudur. Öyleyse sosyal kaygı bir yandan ‘görülme korkusu’ iken, bir yandan da ‘görülme arzusu’ olabilir. Eğer böyleyse, sosyal kaygının çözümlenebilmesi için de çocukluğun yasının tutulması önemli olacaktır.

Winnicott’un sözleriyle bitirelim: Saklanan bir çocuğun en büyük korkusu bulunmak değil, aranmamaktır. Belki de sosyal kaygı bozukluğu olan bir çocuğun en büyük korkusu da yargılanmak değil, hiç düşünülmemektir.

 



× WhatsApp İletişim