26 Kas 2017 Arkadaşım Olur Musun?
Yaşamın en büyük keyiflerinden biri şüphesiz arkadaşlarımızla geçirdiğimiz hoş vakitler, paylaşabilmenin mutluluğu ve hayatın iniş çıkışlarında yanımızda olduğunu bildiğimiz sıkı bir dostun verdiği güvendir.Arkadaşa sahip olmanın ve birinin arkadaşı olmanın verdiği bu güzel duyguyu çocuklarımız da tatsın isteriz. Bu nedenle, anne-baba olarak onları arkadaş edinmeleri için sosyalleşebilecekleri ortamlara götürürüz, çocukları olan arkadaşlarımızla daha fazla vakit geçirmeyi çabalarız, bazen de yuvaya başlayıp günü sosyalleşebilecekleri bir geçirmeleri için sabırsızlanırız.
Anne-baba olarak, çocuklarımızın arkadaş edinmesini ve arkadaşları ile geçirdikleri vakitten zevk almalarını sağlamak için ise; farklı yaşlardaki çocukların sosyalleşme ihtiyaçlarını ve sosyal-duygusal gelişim düzeylerini anlamak ve arkadaşlık ilişkisi içinde ortaya sergileyebilecekleri farklı duygu ve davranışları ile baş edebilmek önemlidir.
Erken çocukluk döneminde kurulan ilk sosyal ilişkilerde çocuklar ‘birlikte’ oyun oynamaktansa, ‘yan yana’ oyun oynama eğilimindedirler. Bu yaşlardaki çocuğunuz ‘arkadaşıyla’ aynı ortamda yan yana oynayabilir, fakat bu oyun çoğunlukla ayrı ayrı oynadıkları oyuncaklar üzerinden gerçekleşecektir. Çünkü bu yaştaki çocuklar, henüz bir başkası ile ortak oyun materyalini paylaşarak sürdürebilecekleri karşılıklı bir oyunu oynamak için gerekli zihinsel ve sosyal-duygusal becerilere sahip değildirler.
3-4 yaş civarında, çocukların dil, zihinsel ve sosyal-duygusal gelişimleri sosyal bir etkileşim başlatmak için olgunlaşmaya başlar. Bu dönemde ‘yan yana’ oyundan ‘birlikte’ oyun oynamaya geçilir. Çocukların ‘arkadaşları’ ile ilişkileri içinde bir miktar yan yana oynamayı da barındıran, kısa süren karşılıklı oyunlar haline gelir. Temalı ve yaratıcı bir oyundan çok (evcilik, korsancılık) genellikle oyuncakları ‘alma-verme’ şeklinde değiştirdikleri, oyuncaklarla ilgili gerçek ya da hayali konuşmalar yaptıkları oyunlar şeklindedir.
Bu dönemde çocuklar birbirlerinden ‘arkadaşım’ veya ‘en iyi arkadaşım’ olarak söz ederler. Çoğunlukla bu ‘arkadaşım’ tanımlaması, çocukluk ve ergenlik döneminde daha yoğun duygusal bağlarla kurulan arkadaşlıktansa ‘Şimdi seninle birlikte oyun oynuyoruz’ anlamına gelen daha basit bir tanımlamadır. Şüphesiz bu döneme ait arkadaşlık ilişkilerindeki oyuncak alış-verişleri ve ilk ‘birlikte’ oyun denemeleri iniş çıkışlarla doludur. Bu yaştaki çocuklar yan odada sessiz sakin oynuyorken birkaç dakika içinde bir kavgaya tutuşmuş bulmanız çok da şaşırtıcı değildir. Benzeri zamanlarda çocuğunuzdan ya da arkadaşından kavga sırasında sıkça duyabileceğiniz birşey ‘Artık benim arkadaşım değilsin!’ dir ki bu da başkalarıyla ilişkilerinde henüz problem çözme ve duygularını ifade etme becerileri gelişmemiş olan çocuğunuzun ‘Şimdi sana çok kızdım çünkü benim istediğim gibi oynamıyorsun!’ demesinin bir başka yoludur. Okul öncesi dönemdeki çocuğunuzun, arkadaş ilişkilerini başlatmak ve sürdürmek, sahip olduğu oyuncakları ve duygu-düşüncelerini paylaşmayı öğrenmek için zamana ihtiyaçları vardır.
Anne-baba olarak bu dönemde çocuklarımızın harika ve ömür boyu sürecek bir arkadaşlık ilişkisi kurmasını hayal edebiliriz. Bu dönemde çocuğunuzun arkadaşları çoğunlukla, parkta birlikte oynadıkları çocuklar, yuvadaki diğer çocuklar ya da komşunuzun çocuğunuzun yaşlarındaki çocuğu olabilir. Bu dönemde başlayan arkadaşlıklar ömür boyu sürmeyebilir, fakat çocuğunuzun bu ilk arkadaş ilişkileri altın değerindedir…
Kriz anlarında çocuğumun arkadaşlık ilişkilerini nasıl desteklemeliyim?
Herkes bazen anlaşmazlık yaşar. Bir anlaşmazlık veya çatışma çıktığında öfkelenmek ve çocuklara kızmak yerine, sakin kalarak bazen arkadaşların eğlenceli oyunlar oynadıkları gibi anlaşamadıkları konuların da olabileceğini mutlaka vurgulayın. Birbirini seven insanların da bazen farklı şeyler isteyebileceklerini anlatmak önemlidir.
Bazen aileler, çocuklarının içinde bulundukları durumda objektif kalmakta zorlanabilir, hatta bunun büyük bir haksızlık olduğunu düşünerek, problemi bir çocuk meselesi gibi değil de bir yetişkin meselesi gibi ele alırlar. Buna benzer durumlarda, anne-babanın kendi çocukluk hikayeleri, çocukluk dönemindeki olumsuz sosyal deneyimleri gün yüzüne çıkar ve çocuklarının meselelerini bir yetişkin gibi ele almalarını güçleştirir. Bu gibi durumlarda, anne-babaların kendi duygu ve düşünceleriyle çocuklarınınkini ayırt edebilmeleri, sorunları kişisel değil, çocuklarının penceresinden ele alabilmeleri önemlidir.
Zaman zaman da anne-babalar, çocuklarının arkadaşları arasındaki olabilecek ya da gerçek bir tartışmadan çok çekinirler ve anlaşmazlıklara hemen çözüm bulmak isterler. Öte yandan anlaşmazlıklara çözüm değil, aracı olmaya çalışmak, çocuklarla konuşarak çözüm üretmek için düşünmelerini sağlamak onlar için daha değerli bir deneyimdir. ‘Sen ne istiyordun…Peki sen neyle oynamak istemiştin?’, ‘Bu oyuncakla ikinizin de oynaması için ne yapabiliriz?’, ‘Sen elinden oyuncağı alınca, arkadaşın ne hissetmiş olabilir?’, ‘Oyuncağı elinden almak yerine ne yapabilirdin?’ gibi sorular ile onları yönlendirebilirsiniz. Bu sorular, kişilerin farklı istekleri olabileceğini, farklı tepkiler verebileceklerini ve sorunları çözmek için birçok yol olduğunu vurgular. Bu yönlendirmeler, çözümün doğrudan sizden değil de çocuklardan çıkmasına yardımcı olur. Unutmayın, okul öncesi döneminde çocukların daha fazla yetişkin yönlendirmesine ihtiyaçları olabilir.
Sık Karşılaşılan Problemlerde Anne-Baba Söylemleri & Tutumları
Bazı çocuklar için arkadaş edinmek hiç de kolay değildir. Araştırmalar, özellikle yeni ortam ve kişilere uyum sağlamakta zorlanan çocukların, geçişlerde yönlendirmeye ve yardıma ihtiyaç duyan çocukların ve aşırı hareketli veya dikkat, konsantrasyon sıkıntıları yaşayan çocukların arkadaş edinmeyle ilgili diğer çocuklara göre daha çok zorlandıklarını ortaya koymuşlardır. Bu özelliklere sahip çocukları arkadaş edinmek ya da arkadaş ilişkilerini sürdürmek için yetişkin desteğine ya da yönlendirmesine ihtiyaç duyarlar. Anne-babalar ise zaman zaman çocuklarını daha çabuk sosyalleşen ve diğer çocuklarla hemen kaynaşan yaşıtlarıyla karşılaştırıp sabırsızlanabilirler. Bu gibi durumlarda çocuklarına ‘Bak Can nasıl gidiyor çocukların yanına, sen neden gitmiyorsun?’ gibi yönlendirmeler yapıp durumu çocuk için daha da zor bir hale getirebilirler. Çünkü kaygılanan çocuk bu durumda, kendini diğer çocuklarla karşılaştırılmış ve yetersiz bulunmuş hissedebilir. Bunun yerine çocuğunuza biraz daha zaman tanımak, bu sırada onun duygularını ‘Yeni bir yere gelince, alışmak için biraz zamana ihtiyacın var, anlıyorum’ gibi sözlerle anlamaya çalışmak ve diğer çocuklara ve oyunlarına, katılması için baskı yapmadan ‘Aaa, baksana Ali oradaki çocuklar kumlarla ne güzel şeyler yapmışlar’ diyerek biraz izlemesini ve merak etmesini sağlamak ve ‘Yanlarına gidip katılmak ister misin? Bu oyunu arkadaşlarla oynamak çok zevkli gibi görünüyor’ gibi tekliflerle onu yönlendirmek ve gerekirse yardımcı olmak çocuğunuza daha güven veren bir yol olacaktır.
‘Çocuğum arkadaşlarıyla oynarken hep kendi istediği olsun istiyor.’
Okul öncesi dönemindeki çocuklar ‘ben-merkezci’ bir düşünce yapısına sahiptirler, yani başkalarının kendilerinden farklı düşünüp farklı hissedebileceklerini fark etmekte ve buna göre davranmakta zorlanırlar. Bu nedenle, onlar için esas olan kendi istekleri ve ihtiyaçlarıdır, eğer bu istekler anlaşılmaz ve ihtiyaçları karşılanmazsa öfkeli tepkiler verirler. Elbette, bu yaş grubundaki iki çocuğun oyunlarında pek çok sorun da bu nedenle ortaya çıkar. Kendi istediği oyuncakla oynamak istemeyen bir çocuk arkadaşına çok kızar ya da sırayla oynanan bir oyunda bu yaştaki çocuklar karşılarındakine sıra vermekte çok zorlanabilirler. Anne-babalar bu durumlarda bazen ‘Ama böyle yaparsan kimse seninle oynamaz’ ya da ‘Ama böyle yaparsan arkadaşın seni sevmeyecek, bir daha evimize gelmeyecek’ gibi davranışlarının sonuçlarıyla ilgili uyarılar yaparlar. Oysa, bu söylemler çoğunlukla isteklerini bekletememekle ilgili sıkıntılar yaşayan çocukların içsel gerilimlerinin daha da artmasına neden olur. Bu gibi durumlarda, eleştirilmekten çok duygularının ‘Sen arabalarla oynamayı çok seviyorsun, arkadaşın arabalarla değil de topla oynamak istedi diye çok üzüldün’ gibi söylemlerle anlaşılmasına ihtiyaç duyarlar.
‘Çocuğum hemen kırılıyor, her şeyin en kötüsünü düşünüyor…’
Bazı çocuklar olumsuz düşünmeye daha çok yatkındırlar. Hemen karamsar davranıp, olabilecek en olumsuz sonuçları çıkarırlar. Bu durum mizaç özelliklerinden kaynaklandığı gibi tekrarlanan olumsuz hayat deneyimlerinden de kaynaklanabilir. Anne-babalar çocuklarının okuldan suratı asık bir şekilde eve gelip ‘Ece bugün benimle hiç konuşmadı, biliyorum artık beni sevmiyor, benim arkadaşım olmak istemiyor’ diyerek sızlanırlar. Hatta bazen bu durum o kadar canlarını sıkar ki anne-babalar çocuklarını sakinleştirmekte zorlanırlar, bazen çocuklarının karamsar yorumlarına kapılıp arkadaşlarının anne-babalarını arar durumu ele alıp, ‘Dur bakalım, Ece’nin annesinden öğrenelim işin aslı neymiş?’ diyerek çözmek isterler. Zaman zaman da çocuklarının olumsuz bir özelliğine atıf yaparak, durumu bu özelliğe bağlarlar; ‘Yine oyuncağını paylaşmak istememişsindir, öyle yaparsan tabii konuşmaz!’ Oysa, bu gibi durumlarda, anne-babanın sakin kalıp, çocuklarının durumla ilgili farklı çıkarımlar yapmaya yardımcı olmaları daha yapıcı bir çözümdür: ‘Ece’yi çok seviyorsun, onunla konuşma ve oynamak istiyorsun. O seninle konuşmayınca çok üzülüyorsun, haklısın.’