2-5 Yaş Arası Çocukluk Döneminin “Altın Çağı”

2-5 Yaş Arası Çocukluk Döneminin “Altın Çağı”

Anne-babalar son yıllarda, gerek doktorlar gerekse çocuk gelişim uzmanları ve eğitimcilerin okul öncesi dönem yani 2-5 yaş arası döneme dikkat çekici şekilde vurgu yaptıklarının farketmişlerdir. Reklamlardan, kamu spotlarına, basında çıkan gündelik haberlerden, okullarda yapılan konuşmalara kadar okul öncesi dönem çocukluk döneminin neredeyse ‘altın çağı’ olarak vurgulanmakta. Bu dönemdeki çocukların gelişimlerinin farklı alanlarda nasıl bir ivme kazandığı düşünüldüğünde aslında çocuklara fazlaca eli değmemiş bir kişi için bile bu dönemin büyüleyici olduğunu söyleyebiliriz.

Eğitimciler ve çocuk ile çalışan uzmanlar olarak 2-5 yaş arası dönemdeki çocuklar ile sürdürülen çalışmaların son derece verimli ve çok sürprizli olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu yaşlarda farkedilen güçlükler, desteklenen gelişimsel gecikmeler ve gerilikler ne kadar erken ve etkin müdahale edilirse o kadar hızlı normale yakın bir gelişim çizgisine ulaştırılır. Bazen bu dönemde yapılan araştırmalar, istatistikler anne-babalara son derece soyut ve uzak gelebilir. Öte yandan, klinik deneyimlerimiz; erken çocukluk döneminde gelişimsel bir güçlük nedeniyle desteklediğimiz çocukların okul çağında hem akademik ve hem de sosyal-duygusal gelişim açısından daha sağlıklı ve daha konforlu bir dönem geçirdiklerine tanık olmamızı sağlamıştır.

Bununla birlikte, uzmanlar açısından altın değerindeki yıllar, neden anne-babalar için bazen çok eğlenceli ve sürprizli, bazen adeta ergenlik dönemindeki gibi çatışmaların sıkça yaşandığı, her köşe başında bir kriz ile karşılaşılabilecek hassas ve zorlayıcı bir döneme dönüşür?

Şüphesiz her çocuğu biricik yapan, kişilik gelişiminin oluşmasında payı olan; doğuştan getirdiği ve çevresel olarak tanımlanan pek çok faktör vardır. Fakat, bu noktada 2-5 yaş arasındaki gelişimi anlamak için, doğuştan gelen ve çevresel olarak etki eden faktörleri bir kenara alıp, sanki yeni bir canlı türü ile karşı karşıya gelmişiz de onu yakından tanımaya çalışıyormuşuz gibi düşünelim ve onları daha yakından tanımaya çalışalım. Yani, çocuğunuzu Can olarak, Zeynep olarak değil de içinde bulunduğu gelişimsel dönem ve buna bağlı zihinsel ve duygusal değişiklikler ile tanımlayalım. Bu yaklaşım, günden güne sizi şaşırtan gelişimini anlamanıza veya aniden ortaya çıkan krizleri anlamlandırmanıza yardımcı olacak, bu dönem ile ilgili yapılan önerilerin daha sağlam bir zemine oturmasına yardımcı olabilir.

Öyleyse, kim bu çocuklar? 2-5 yaş arasında neler oluyor?

Hızla gelişen beyin…
Uzmanların ‘Plastik’ olarak tanımladığı büyüleyici bir özelliğe sahip.

Beyin, doğum anında yüz milyar kadar nörona – sinir hücresine sahiptir. Ama bu nöronların, algılama, düşünme, konuşma ve hatırlama görevini yerine getirecek sistemler halinde örgütlenmesi gerekmektedir. Çocuğunuzun beyin sisteminin mükemmel hale gelip farklı yapıların birbirleriyle bağlantıya girmesi tüm çocukluk çağını ve hatta ergenliğin büyük bölümünü alır. Tüm bu şebekenin, gelişimini etkileyen sadece genetik yapı değil, çocuğunuzun çevreye olan aktif ilgisi ve zihinsel çabasıdır.

Görüntülere, seslere, duygulara, kokulara ve tatlara; yani aktif olarak ilgi gösterilen çok çeşitli uyaranlara verilen her tepki yeni bağlantılar oluşmasına yol açar. Sonuç olarak, bir nöron yapısının sadece var olması, bunun kullanılabildiğinin ve kullanıldığını kanıtlamaz, en önemli katkı deneyimdir.

Dahası, doğa çocuk beynini önemli ölçüde ‘plastik’ kılmıştır, bu bir nöroloji terimidir ve beyin gelişiminin pek çok farklı yoldan gerçekleşebildiğini ve eğer bir bölüm görevini bir nedenle yerine getiremez ise (kaza, hastalık, gelişimsel problemler) bir diğer bölümün o görevi üstlenebildiğini anlatır. Diğer bir deyiş ile öğrenme yollarından biri herhangi bir nedenle kapanmışsa, yan yollar doğal olarak gelişebilmekte ve öğrenmeyi mümkün kılmaktadır. Bu anne-babalar için de uzmanlar için de çocuk beyni ile ilgili en değerli ve umut verici bilgidir. İleriki dönemlerde akademik hayata yönelik de, farklı yollarla ve sistemlerle öğrenen çocukların başarılı olması ve doğru seçimler yapması için akılda tutulması gereken bir gerçektir.

Bağımsızlık arzusu…
Evdeki ‘küçük’ lider

Çocuğunuz iki ayağı üzerinde durup yürümeye başlamasıyla birlikte, özellikle 2 yaş civarında bağımsızlık bayrağını ufak ufak çekmeye başlamıştır. Okul öncesi dönemde ise çocuğunuzun yaşı ilerledikçe daha fazla bağımsızlık talep ettiğini farkediyorsunuzdur. Çocuğunuz dünya ve çevresindeki insanlar üzerindeki gücünü her fırsatta test ediyor ve sınırlarını zorluyor olabilir. Bu dönem çocuklarının ortak bir özelliği olan bağımsızlık arzusu her çocukta farklı dozlarda gözlemlense de, son derece sağlıklı ve normaldir. Gerçekten izin ve fırsat verebileceğiniz durumlarda ona karar verme ya da kontrol etme şansı vermek, onun güvenliğini, gelişimini olumsuz etkileyecek ya da ev-aile düzenini tehdit eden durumlarda ise sınır koymak gelişimini desteklemek açısından son derece önemlidir.

Egosantrik – benmerkezci düşünce yapısı…
‘Ben, ben, ben!’

Okul öncesi dönemde çocuklar ‘benmerkezci’dirler; onların duygu ve düşünceleri, istekleri çoğu zaman çevrelerinde olup bitenden, anne-babanın gerçekliğinden önce gelir ve daha önemlidir.Uzun bir iş günü sonunda özlemle eve gelip sarılmak istersiniz, bazen içine gömüldüğü oyunundan, ‘kendi dünyası’ndan çıkmak onun için kolay değildir. Benmerkezi düşünce yapısı, bazen çevrelerinde anlam veremedikleri huzursuzlukları dahi kendilerine bağlamalarına sebep olur, pek çok şeyin sebebini, sorumlusunu kendileri olarak görebilirler. Örneğin, anne baba arasında bir gerginlik varsa, evde çocuğun tanıklık ettiği herhangi bir tartışma olmasa dahi çocuk bunu hisseder ve bir düzeyde bilir. Çocuğa bir açıklama yapılmadığında çocuğun bu belirsizliği kendi hayaldüyası ile doldurabileceğini unutmamak lazım ki bu çok daha risklidir. Örneğin çocuk ‘Ben bir yaramazlık yaptım ondan mı böyle oldu’ gibi kendini merkeze koyan çok daha kaygı verici sonuçlara varabilir.

Duygularının esiri…
’Şimdi ve hemen’ ci!

Okul öncesi dönemin başlarında 3 yaş civarındaki çocuklar her ne kadar farklı duyguları ayırt edebilseler de, bu duygular üzerinde kontrolleri pek azdır. Komik bir durumda gülme krizlerine girebilir ya da hayal kırıklığına uğrayıp üzüldüğünde bir anda en yüksek tondan ağlayabilir. Henüz isteklerini erteleme, dürtü kontrolü gelişmemiştir; bir şeyi istiyorsa o hemen olmalıdır, yoksa gözü bazen gerçekten hiç bir şeyi görmez. 3-4 yaş civarında duygularını söze dökme ve oto kontrol mekanizmaları henüz gelişmediği için, duygularını söze değil aksiyona dökebilir (vurma, ısırma, atma). 4 yaşta artık gelişen beyin sayesinde sözel ifade, oto kontrol becerileri gelişmeye başlar, çocuk duygusal patlamalarla bunların negatif sonuçları arasında ilişki kurabilir, empati başlar ve başkalarının duygu ve düşüncelerini tahmin etmeye başlar. Bu dönemde, oto kontrol becerilerinin gelişimi tamamlanmaz, gelişmeye devam eder.

Hayalperest…
Bazen onun gerçekliği, kurduğu hayallerdir.

2 yaş civarı sembolik düşüncenin gelişmesiyle birlikte ‘gibi gibi’, ‘-mış gibi’ diye tanımladığımız hayal oyunları başlar. Artık 3 yaşındaki çocuklar canlı bir hayalgücüne sahiptirler. Hatta pek çok çocuk bu yaşlarda zamanının büyük kısmını kendi geliştirdiği ve efendisi olduğu hayaldünyasında geçirir. Bazen anne-babalar endişelenir, yalnızlık ve arkadaş ihtiyacı ile hayale sığındıklarını düşünürler; oysa çocuklar bu tür hayali karakterler ve oyunlarla gerçek hayatta gerçek insanlarla nasıl iletişime geçeceklerinin de provasını yaparlar. Üstelik gerçek hayat üzerinde çok az kontrolleri vardır, oysa hayaldünyalarının efendisi ta kendileridir. Bu nedenle, ‘oyun’ çocuğun hayatında gelişimini en çok destekleyen, her koşulda vakit ayırılması gereken, vazgeçilmez bir aktivitedir.



× WhatsApp İletişim